KIBRIS YUNAN ADASI DEĞİLDİR

Kıbrıs Adası, tarih boyunca Orta Doğu'ya açılmak isteyen devletler için, vazgeçilmez stratejik ve ticari bir üs olarak görülmüştür. Ada'yı elinde bulunduran güç, her zaman, Türkiye'den, Mısır'a; Lübnan'dan İran'a kadar olan bölgeyi kontrol edebilir. Türkiye üzerinden Orta Doğu'ya açılamayan güçler, Kıbrıs Adası'nı amaçları için kullanmışlardır.

Sicilya ve Sardunya'dan sonra, Akdeniz'in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs'ın en yakın komşusu Türkiye'dir. Kıbrıs, Güney Anadolu sahillerinden 70, Suriye'den 100, Mısır'dan 400, Yunanistan'dan ise 800 kilometre uzaklıktadır.

Kıbrıs Adası'nın bugünkü avarızı, tıpkı Türkiye'nin Toros dağlarında olduğu gibi, Üçüncü zamanın genç kıvrımlarına aittir. Dördüncü zaman başlarında Ada'nın, İskenderun Körfezi'ne Toros sistemi ile bağlı bulunduğu bilinmektedir.

Kıbrıs Adası, yapı ve yeryüzü şekilleri bakımından, Anadolu'nun güneyindeki Toros dağlarının bìr uzantısı olarak ele alınmaktadır. Bilimsel araştırmalar sonucu, Türkiye'den deniz vasıtasıyle ayrılmış olan Ada'nın, temelde birkaç yüz metre derinlikteki bir denizaltı platformuyla, Anadolu'ya bağlı bulunduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin Hatay ilindeki dağ ve ovalar, Kıbrıs'ta deniz düzeyi üzerine çıkarak aynı niteliklerle devam etmektedir.

Ada'nın, Toros dağlarının dış kıvrım bölgesini meydana getirdiği ve Beşparmak dağlarının, Toros dağlarının bir devamı olduğu da bilimsel izahlarda belirtilir.

Tanınmış coğrafya bilgini Dr. Frey: "Kıbrıs; coğrafık, tektonik, jeolojik ve iklim koşulları yönünden Anadolu'nun bir parçasıdır" demektedir. (1)
Kıbrıs'ın, Anadolu ile olan bağlantısı sadece coğrafik değil, derin kültür bağları da bulunmaktadır. Kıbrıs'ta, Taş Devri'nin eski safhasını oluşturan Yontma Taş (Paleolitik) Devri'ne ait kalıntılara bugüne kadar rastlanmamıştır. Bu durum, Kıbrıs'a Cilalı Taş (Neolitik) kültürünü yayan ilk insanların dışarıdan geldiklerini göstermektedir. Bu ilk insanlar, Kıbrıs'a Anadolu'dan gelmişlerdir.

Yunanlı Tarihçi Dr. Achille Emiliyanidis; Ada'da yaşayan ilk insanlar hakkında
"Kıbrıs'ın ilk halkı kuvvetli bir ihtimalle Anadolu kıyılarından gelip Ada'ya yerleşmiştir. Bunlar adet ve davranışlarını da beraberlerinde getirmişlerdir." diyor. (2)
Profesör Afif Erzen de "Kıbrıs'ın ilk sakinlerinin Anadolu'dan geldikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Ada'nın kuzeyinde ve Anadolu'ya en yakın olan Karpas yarımadası üzerinde, neolitik devre ait yerleşme yerlerinde elde edilen buluntular, Anadolu'da Hacılar ve Çatalhöyük neolitik kültürünü meydana getiren insanların, Kıbrıs'ta da iskan etmiş olduklarını açıklamaktadır: Kıbrıs'ın diğer yerlerindeki prehistorik kültürler de Anadolu ile olan sıkı ilişkiyi göstermektedir" (3) tezini savunuyor.

Alman bilgin Dümmler de; "Eski Anadolu halkı ile Kıbrıs yerlilerinin aynı kavimlerden olduğunu kabul etmek zorundayız" demektedir.
Neolitik devirde Kıbrıs ile Anadolu arasında başka bağlantılar da vardı. Bu devirde Büyük Ana Tanrıçaya tapıldığını gösteren "keman vücutlu" idoller, hem Kıbrıs'ta, hem de Tarsus'ta ve Mersin civarındaki Yümektepe'de bulunmuştur.

O devrin Kıbrıs insanlarının, eski Anadolu ahalisi olduğuna dair filolojik kanıtlar da vardır. M.Ö. 3 bin'li yıllarda Anadolu'daki "nd" ve "ss" ekli yer adlarının Ege üzerinden Yunanistan'a yayıldığı bilim dünyasınca kabul edilen bir gerçektir. (4)
Kıbrıs'taki "Amatos", "Arabanda", "Melanthos","Paphos", "Tamassos", "Tegessos" gibi yer adları, Anadolu diline aittir. Ayrıca kökeni 3 bin'li yıllara kadar uzanan ve eski Anadolu dillerinden biri olduğu anlaşılan Kıbrıs'ın bir yerli dili ve yazısı vardır ki, bu dil ve yazı M.Ö. 3 bin'li yıllarda kullanılıyorken, Kıbrıs'ta ne Fenikeliler, ne de Mikenler yaşıyorlardı.(5)

Kıbrıs'ın 10 bin yıllık tarihinin 7 bin yılı tarih öncesi çağlara ait olup Akdeniz kültürüyle yakından ilgilidir.1930'lu yılların başlarında Neolitik çağın keşfi Kıbrıs'ın ilk çağlardaki tarihinin ortaya çıkarılmasına önemli bir katkı sağladı. Elde edilen bu yeni bilgiler, Kıbrıs'ı Akdeniz kültür tarihinin ön sıralarına yerleştirmiştir.

Kıbrıs'ın Anadolu ile ilişkisi, daha erken Neolitik devirde başlar. Kıbrıs'ta bulunmayan obsidiyen taşı, Kıbrıs'a 70 kilometre uzaklıkta olan Anadolu'da Toroslar'da bulunuyordu. Kıbrıs ahalisinin küçük kayıklarla Anadolu'ya geçerek Toroslar'dan obsidiyen taşı aldıklarını, Kıbrıs'ta arkeolojik araştırmalar sonucu ortaya çıkan buluntulardan anlıyoruz.

Kalkolitik Çağ'da bakırın keşfi ve Kıbrıs'taki bakır madenlerinin işletilmesiyle, Ada'nın kültürel ve siyasi gelişiminde yeni ufuklar açıldı. Bakır, Kıbrıs'ın dış dünya ile bağlantı kurmasının, Anadolu ve Doğu Akdeniz ülkeleriyle ticari ilişkiler içine girmesinin yolunu açtı.

Uzun yıllar boyunca diğer kültürlerden kopuk olan Kıbrıs kültürü, bakır ticareti sayesinde Anadolu, Suriye, Mısır ve Filistin'le yakın ilişkiye girdi. Kıbrıs'ın Ege'deki şehir devletleri ile ilişkileri ise aralıklarla ve dolaylı olarak gerçekleşmiştir.

Girit'le yapılan temaslar sonucu Ada'ya Cypro-Minoic yazı sistemi geldi. Yorgos Tenekidis ve Yannos Krannidiyotis'in, "Kıbrıs Halkının Problemleri ve Mücadeleleri adlı kitabında, bu yazı sisteminin ve dilin, Girit'te Yunan dilinin olmadığı ve bilinmediği zamanlarda bile varolduğu ifade edilmektedir. Aynı Yunanlı yazarlar, M.Ö. 1200-1100 arasındaki göçlerle, deniz kavimleri tarafından kovulan Suriye ve Filistinli sığınmacıların Kıbrıs'a yerleştiğini yazmaktadırlar. Tenekidis ve Krannidiyotis'e göre, bu göçler sonucunda Kıbrıs yeniden doğup canlanmış ve yaratıcılık kazanmıştır. Keza, Yunanistanlılar'a demir kullanma sanatını öğretenlerin de Kıbrıslıl’ar olduğu belirtilmektedir. (6)

Kıbrıs'ta Bronz devri, Anadolu'nun aynı devrine uygun bir gelişme gösterir. Kıbrıs'ta maden işleme tekniğinin M.Ö. 2300'lerde birdenbire gelişmesi ve aynı devirde Anadolu'da maden işçiliğinin çok ileri bir aşamaya erişmiş bulunması, bu tarihlerde Anadolu'dan maden işlemesini çok iyi bilen bir kavimin Ada'ya gelip yerleştiği görüşünü kuvvetlendirmektedir. .

Madeni eşya işleme sanatı bakımından iki ülke arasında büyük yakınlık bulunduğu gibi, Maden Devri’nde, Kıbrıs'ta, Anadolu seramiklerine yakın özellikler taşıyan, toprak eserleri hakimdir.

Batı Anadolu'nun Konya-Isparta-Burdur bölgesi seramiğinin etkisi, Kıbrıs'ta özellikle Philia, Kyra ve Chrysochou bölgelerinde belirgindir. Philia'da, 1951'de meydana çıkarılan vazolar, Prof. Hetty Goldman tarafından, Güney Anadolu mezarlarından çıkarılan vazolarla, şaşırtıcı benzerlik göstermektedir.
Kıbrıs'ta Eski Bronz Devri'nin ilk safhasında bakır çok fazla kullanıldığı için bu devre, "Bakırçağ" denilmektedir. Aynı durum, Anadolu'da da görülür ve Anadolu'nun Eski Bronz Devri'nin ilk safhası,"Bakırçağ" olarak adlandırılır.

Vounos'da ele geçen "Kıbrıs hançeri", F. Schaffer'in "Enkomi-Alasia" adlı kitabının 337. sayfasında, Alacahöyük mezarları'ndan çıkarılan kil tabletler, BakırÇağı'nda Kıbrıs'ta Çok Tanrılı dinlerin cırtaya çıktığını ve Kıbrıs'ın Bakırçağ halkının dini inanışlarının esasını da, Anadolu'da olduğu gibi, "Fırtına Tanrısı" kültürünün teşkil etmekte olduğunu göstermektedir.

Orta Bronz Devri'nde Ada'da yeni bir seramik türü ortaya çıkar. Bu devire ait seramiklerin üzeri önce beyaz bir astar boya ile kaplanmakta, sonra konusu vahşi hayvanlar dünyasından alınan motifler, koyu kırmızı bir boya ile bu astarın üzerine işlenmekteydi. Bu devir seramikleri, Truva, Yortan gibi Batı Anadolu seramikleriyle çok yakın bir benzerlik göstermektedir. Yine Anadolu'da Kültepe'de çıkarılan ve etrafında at başları bulunan bir meyvelik ile bugün Güney Kıbrıs Müzesi'nde sergilenmekte olan ve etrafında hayvan resimleri bulunan kap, biribirinin aynısıdır.

Bakır eşyalar arasında, uzun kabzalı hançerler hem Kıbrıs'ta hem de Çanakkale'de bulunmuş, aynı şekilde "kıvrımlı" denilen ve Batı Avrupa'da asla rastlanmayan özel tipte bir bakır iğneye de, hem Kıbrıs'ta hem de Batı Anadolu'da rastlanmıştır. Kıbrıs'ın Orta Bronz Devri mezarlarından, Hitit mühürleri de çıkarılmıştır.
Enkomi'de yapılan kazılar, Kıbrıs'ın Geç Bronz Devri'ni aydınlatmıştır. Enkomi'de elle yapılmış yerli seramikler yanında, yabancı kökenli seramiklere de rastlanmıştır. Bunlar arasında en önemlileri, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu kökenli oldukları anlaşılan ve beyaz boya astarlı oldukları için "süt kapları" denilen halka dipli kaplardır.

Yunanlı tarihçilerin de kabul ettikleri gibi Kıbrıs, tarihi boyunca Ortadoğulu kavimlerle yakın ilişki içindeydi. Bunların başında da Fenikeliler geliyordu 9. yüzyılda Akdeniz'e açılan Fenikeliler'in ilk durakları Kıbrıs olmuştur.

Yunanlı tarihçi Papariğopulos "kıta Yunanlıları"nın alfabelerini Fenikeliler'den aldıklarını ve Yunan sanatındaki doğu motiflerinin de, büyük bir olasılıkla Fenikeliler'den geldiğini yazmaktadır. Fenikeliler gibi, "eski Yunan" şehir devletlerinin bazıları da; Kıbrıs kıyılarında ticaret kolonileri kurdular. Ancak bunlar, Tenekidis ve Kranidyotis'in de belirttikleri gibi, birbirlerinden bağımsız olarak geliştiler.

Hititler, Kral Muvattalli (M.Ö.1324-1294) döneminde Kıbrıs üzerinde gerçek anlamda egemenlik kuran ilk devlet oldular. Ancak belgelerden anlaşıldığına göre, çok daha önceleri Kıbrıs'la ilgilenmeye başlayan Hititler, M.Ö.1400'lerde Ada'da kısa bir süre için de olsa, hakim güç durumuna gelmişlerdi.
M.Ö. 1320'lerden itibaren Kıbrıs, Hitit ekonomisinde önemli bir yer tutmaya başladı. Çünkü Anadolu'nun bakır eşya gereksinmesinin büyük bir kısımı Kıbrıs'tan sağlanıyordu. Ankara Arkeoloji Müzesi'nde, bu devirde Kıbrıs'tan Anadoluya gönderilen bakır levhalardan örnekler sergilenmektedir.

Hititler'in M.Ö.l320'den 1200'e kadar devam eden egemenlikleri sırasında, Anadolu'daki mahkumlar, Kıbrıs'a sürülmekteydi. Akalar'ın, ticaret kolonileri ile Kıbrıs'a gelmeleri, Hititler'in Kıbrıs'taki egemenliğini tehlikeye düşürdü.

Hitit Krallığı, Mısır kaynaklarında "Deniz Kavimleri" olarak adlandırılan kavimlerinin akınları sonucu, M.Ö.1200'de çökmüştür. Bu Ege'li kavimler arasında, Aqaivaşalar (Akalar), Lukkalar (Likyalılar), Şardanalar (Sardunyalılar)ve Turşalar (Etrüskler) da bulunmaktadır. Kıbrıs'ta bulunan Hitit eserleri arasında en önemlileri, Tamassus'ta ve Larnaka yöresinde ele geçen iki Hitit damga mühürüdür. Bugün Güney Kıbrıs Müzesi'nin 5 no'lu salonunun ortasında bulunan, bir Arkaik heykelin altındaki kaide de, bir Hitit eseridir. Aynı şekilde, Kıbrıs'ın Kuklia bölgesindeki Geç Bronz Devri'ne ait bir mezardan çıkarılan ve üzerinde bir savaşçı tasviri bulunan fildişi ayna sapının da, Hitit eseri olduğu anlaşılmaktadır. (7)

Asurlular'ın, Anadolu’yu ele geçirmelerinden sonra Kral II. Sargon zamanında Kıbrıs, bu kez Asur egemenliği altına girdi (M.Ö. 709). Ada, M.Ö. 548'de Mısırlılar tarafından ele geçirildi. Mısır egemenliği, 23 yıl sürdü. Persler, Lidya Kralı Krezüs'ü yenerek Anadolu'yu ele geçirdikten sonra, Mısır'a da saldırdılar. Bu saldırı sırasında Kıbrıslılar da Persler'in yanında yer aldı. Pers-Mısır savaşı sonunda Mısırlılar yenilince, Kıbrıs, Perslere bağlandı. (M.Ö.525). Makedonyalı Büyük İskender, Granikos ve İssos zaferleri sonunda Anadolu'yu Makedonya İmparatorluğu'nun topraklarına kattıktan sonra, Kıbrıs kralları da onun tarafına geçerek,120 gemiden oluşan bir donanmayı emrine verdiler. M.Ö. 332'den itibaren Kıbrıs, Büyük İskender'e bağlandı. İskender'in ölümünden sonra Ada'da, Ptolemeler'in egemenliği başladı (M.Ö.294).
Kıbrıs, ikibuçuk asır Ptolemeler'in hakimiyeti altında kaldı. Romalılarla Kartacalılar arasında yer alan ve tarihe "Pön Savaşları" olarak geçen savaşlardan galip çıkan Romalılar, egemenlik alanlarını Anadolu ve Suriye'ye kadar genişlettikten sonra, Ptolemeleri ortadan kaldırıp Kıbrıs'ı ele geçirdiler (M.Ö.SB).
İmparator Büyük Theodosius'un ölümünden sonra coğrafi bakımdan merkezi İstanbul olan Doğu Roma İmparatorluğu'nun sınırları içinde kalan Kıbrıs, 395 tarihinden başlayarak, Bizans egemenliği altına girdi.

Tarihin akışından da görüldüğü gibi, daha ilk çağlardan itibaren Kıbrıs'ın kaderi, Anadolu'nun kaderi ile bağlantılıdır. Anadoluya egemen olan devletler, kendi güvenlikleri bakımından Kıbrıs'ı egemenlikleri altında bulundurmak gereğini duymuşlardır. Çoğu kez de Kıbrıslılar, kendi arzularıyla Anadolu'da hakim devletin egemenliğini kabul etmişlerdir.

Kıbrıs, Taş Devri'nden itibaren etnik köken, kültür ve dil bakımından Anadolu’ya bağlı kalmıştır. Doğudan Fenikeliler ve batıdan da Ege'nin iki yakasında yaşayan şehir devletlerinin kolonileri Kıbrıs'a gidip yerleşmişlerse de, bunlar Eski çağlarda azınlık, teşkil etmişlerdir. Etnik çoğunluğu oluşturan yerli Kıbrıslılar, Anadolu kökenliydiler.

Kıbrıs kıyılarında birbirinden bağımsız ve çoğu kez de birbirleri ile savaş halinde olan bu ticaret kolonileri, Kıbrıs'ın iç kısımlarına nüfuz edememişlerdir. Bu ticaret kolonileri, Kıbrıs'a ne kültürlerini, ne de idari sistemlerini götürmüşlerdir.

Kıbrıs,1192 yılından sonra üç asır Guy de Lusignan'ın soyundan gelen Katolik Krallar tarafından yönetildi. Bu devirde Türk-Kıbrıs ilişkileri, Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhüsrev zamanında, Türklerin Antalya'yı ele geçirmeleriyle başlar.

Kıbrıslılar, eskiden beri çeşitli gıda ve ihtiyaç maddelerini Antalya'dan sağlamaktaydılar. Bu bölgenin Türkler'in eline geçmesi, onları Türkler'le iyi ilişkiler kurmaya mecbur etti. Lusignan Kralı I.Hugh ve Anadolu Selçuklu Sultanları İzzettin Keykavus ve Gıyasettin Keyhüsrev arasında karşılıklı "altın mühürle" gönderilmiş mektuplar, Kıbrıs'la Anadolu arasında eski iyi ilişkilerin devam ettiğini göstermektedir.

Kıbrıs, 1489'da Lusignan'lardan sonra Venedikliler'in yönetimine geçti. 1453'te İstanbul'un Türkler'in eline geçmesi ve Bizans İmparatorluğu'nun sona ermesi, Doğu Akdeniz'in kontrolü için Venedik ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki rekabeti arttırmıştı.

Venedikliler, Bizans İmparatorluğu'nun son yıllarında iyice güçsüz duruma düşmesinden yararlanarak, Doğu Akdeniz'de önemli imtiyazlar elde etmişlerdi. Ancak Venedik, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra bir çok imtiyazını kaybetti. Venedik, kendi hayat damarı saydığı doğu ticaret yollarını her  ne pahasına olursa olsun elinde tutmakta kararlıydı. Fatih Sultan Mehmet, Kıbrıs'a karşı hemen ciddi bir harekata girişmek konusunda tereddütlüydü. Çünkü Kıbrıs,1426'dan beri Mısır Memlukları'na vergi veriyordu. Dolayısıyla Ada, Osmanlılarca bir İslam devletinin yüksek hakimiyeti altında sayılmaktaydı.

II. Bayezıt devrinde, 1485 yılında Türkler'le, Memluklar arasında savaş başlayınca bu durum değişti. Türkler, Kıbrıs'ı ele geçirmek için planlar yapmaya başladılar.
Venedik'in Kıbrıs'ı ele geçirmesinden sonra Ada'ya düzenli Türk akınları başlamıştı. 1517'de Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı ele geçirip Memluk devletini ortadan kaldırmasından sonra, Osmanlılar'la Venedikliler arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre, Venedikliler daha önce Memluklar'a vermekte oldukları 8 bin dukalık vergiyi artık Osmanlı İmparatorluğu'na vereceklerdi. Böylece 1517 yılından itibaren Ada üzerinde Türk egemenliği hukuken kurulmuş oluyordu.

Kıbrıs, bütün tarihi boyunca kesintisiz en uzun süre olan 307 yıl Türkler'in hakimiyeti altında kalmıştır. Ada'da yaşayan değişik kökenli halka, 1517'den sonra Anadolu'dan gelen binlerce Türk ailesi de katıldı.

KAYNAKLAR:
 1-Dr. V. Frey;'Turkei und Zypern, Handbuch der Geogr. Wiss. Baud  Vorder-und Süd-Asien" Potsdam-1937

* W. B. Fisher; "The Middle East, A. Physical. Social and Reginal Geography" Londra-1963

*L Cober; "Geologische Forschungen in Vorderasien" Viyana-1915

2-Dr. Achille Emiliyanidis; "Histoire de Chypre"

3-Prof. Dr. Afif Erzen; "Kıbrıs Tarihine Bir Bakış"

4-Prof. Dr. Afif Erzen; "Kıbrıs Tarihine Bir Bakış"

5-Prof. Dr. Afif Erzen; "Kıbrıs Tarihine Bir Bakış"

6-Yorgos Tenekidis-Yannis Kranidiyotis "Kıbrıs Halkının Problemleri ve Mücadelesi" Atina-1981 7-G. Poisson; "Avrupa'nın İskan Tarihi"
* C. Fuerst; "Zur Kenntnis der Prahistorischen Bevölkerungen der İnsel Cypern Lund Univeersitets Arsskrift. No:29

*Prof.  Dr. Hanry V. Vallois; "Garbi Asya'nın Irklar Tarihi"
*Vassos Karageorgis;'Treasures in the Cyprus Museum"

*Stanley Casson; "Chypre dans L'antiquite"

Not: Bu makale, INAF Web Sitesi'nden alınmıştır.